"Yaşam
gücü" veya "prana" terimine erken Ayurvedik referanslar M.Ö. 8.
yüzyıla kadar uzanır. Batı’da daha M.Ö. 6. yüzyılda Pisagor, vücutta görünebilen
yaşam enerjisini ya da pneuma’yı (ruhu) tasavvur etmişti. 100 yıl sonra, modern
tıbbın babası Hipokrat, vücudun "Vis medicatrix naturae” de denilen,
iyileşmeye yönelik doğal kapasitesini fark etmişti. Hekimlere, sağaltıcı yaşam
gücünü yenilemek için hem hastanın içindeki hem de hastalar ve kozmos
arasındaki engelleyici etkileri ortaya çıkarmalarını söylemişti. İyileşmenin
kaynağı doktor değil tabiattı. 16. yüzyılda İsviçreli simyacı ve hekim
Paraselsus ‘insanın içine ve çevresine parlayan bir küre gibi yayılan sağaltım
enerjisi’ni bildirmişti. Bu enerjinin hastalıklara sebep olabildiğine, onları
iyileştirebildiğine ve etkisini uzaktan da sürdürebildiğine inanıyordu. Ayrıca
mıknatısların, gezegenlerin ve yıldızların bu enerjiyi etkileyebildiğini düşünüyordu.
Çağdaş
enerji tıbbının bazı teori ve uygulamalarında bu inançların yansımaları
görülür. Ama Francis Bacon ve Fransız filozof ve matematikçi René Descartes tüm
Batı tıbbı üzerinde çok daha büyük bir etkiye sahiptir. Bacon insanları ve
dünyayı analiz etmek için mantık ve matematik kavramlarını kullandı. Bilimsel
yasaların ‘tabiatla uyumlu olmaktan ziyade tabiata egemen olmak’ için
kullanılması gerektiğine inanıyordu. Descartes ölçülebilir olan vücudun ve
ölçülemez olan zihnin kesin olarak ayrı olduklarını öne sürmüştü. Vücut zihni
etkileyebilirdi ama zihin vücudu etkileyemezdi. Bu fikirler insandaki
hastalıkların fiziksel nedenlerinin araştırılmasını teşvik etti. Ayrıca zihnin
fiziksel sağlığı etkileyebilme yetisinin de reddedilmesine yol açtı. Sonuç olarak
hâkim olan bilim, ölçülemeyen veya nesnel olarak kanıtlanamayan herhangi bir
fenomeni değersiz görür veya reddeder oldu. 17. yüzyıldan sonra Batı tıbbı
öncelikli olarak hastalığın fiziksel unsurları üzerine odaklandı. Vücuttaki
ölçülmesi zor etkileri araştıran bilim insanları sık sık göz ardı edildiler ya
da alay konusu oldular. Sigmund Freud’un öğrencisi ve çalışma arkadaşı olan
Avusturyalı psikiyatrist Wilhelm Reich ‘orgon’ enerjisi hakkındaki teorileri
yüzünden hapse atıldı ve kitapları halkın önünde yakıldı. Ama görüşleri birçok
beden-zihin yaklaşımını, özellikle de biyoenerjetiği etkiledi.
1990’larda,
tıbba ve sağlığa ilişkin olarak yeni ortaya çıkan bilimsel bir paradigma ileri
sürüldü. Biyofizikçi Beverly Rubik’e göre bu ortaya çıkan paradigma
"Makineler ve mekanik düşünce çağında asla kabul edilip tanınmayan yaşamın
yaratıcı, zeki, güçlendirici, akıllı ve dayanıklı özelliklerini konu alıyor.
Canlı sistemler uyumluluklarını ve bütünlüklerini korumak için enerji harcayan,
kendi kendini örgütleyen sistemlerdir. Sağaltım, nihai olarak kendi kendini
sağaltma; içsel dinamik değişimlere veya dış zorluklara verilen doğal bir
yanıttır.”
Bu
yeni paradigma aynı zamanda şunu da iletir: "Vücuda - zihne uygulanan çok
küçük veya belirsiz bir uyarıcının çok derin etkileri olabilir ve kişiyi
iyileşme yoluna itebilir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder