29 Nisan 2013 Pazartesi

Frekans Tedavileri

Her madde çevresine ışınım yapar yani madde molekül özelliklerine göre farklı paternlerde frekans yayar. Bu fizikten bildiğimiz bir gerçekliktir. 

Her madde vücudumuzu hem kimyasal özellikleriyle hem de frekans olarak adlandıracağım elektriksel özellikleriyle etkiler.  Bu etki ilk planda çok güçlü değildir denilebilir ancak siz bir maddeye çok fazla maruz kaldığınızda maddenin elektriksel özelliği de (yani frekansı da) önemli olmaya başlar. Biliyoruz ki maddeler elektriksel özellikleri vücudumuzun enerji sistemini etkiliyor.  Özellikle kişi düzenli/sürekli bir şekilde bu madde ile karşılaşıyorsa…
1970’lerde, maddelerin enerjetik özellikleriyle ilgili bilgimiz arttıkça, yeni bir tedavi yönteminin tohumları atıldı. Buna kabaca “frekans tedavileri” ismini vermek mümkün. Frekans tedavilerinde ilacın ya da maddenin kendisi değil “frekansı” yani enerjetik özelliği kullanılıyor. Bu tedavi Almanya’da doğdu, 2006’lara kadar özellikle alerjiler olmak üzere birçok hastalıkta kullanıldı. Şu andaki ana kullanım alanı ise sigara bırakma, alkol bırakma ve en son olarak da karbonhidratlar üzerinden yapılan silme tedavileri…
Biz sigara bırakmak için yaptığımız tedavilerde kişinin içtiği sigarayı kullanıyoruz.  Nasıl mı? Kişinin içtiği marka sigarayı kablolarla bir cihaza bağlıyoruz. Cihazın yaptığı şey sigaranın enerjetik paternini okumak ve bu elektriksel paterni vücuttan silebilmek için yeni bir frekans örneğini oluşturmak (Bir frekans paternini silmek için ayna görüntüsünü kullanmak). Yani cihazın bir tarafında kişinin içtiği sigara, diğer tarafında kişinin kendisi… Kişi sadece ellerinde elektrotlar tutuyor. Rahat rahat oturuyor. Herhangi bir şey hissetmiyor. Bir saat sonunda kalkıp evine gidiyor.
İşte sadece bu kısa tedavinin etkisi kişilerin % 96’sında sigara isteğini belirgin ve kalıcı olarak azaltmak. Kliniğimde yaptığım 9000’e yakın tedavinin istatistiksel sonuçlarından bahsediyorum. Kişinin içtiği sigaranın enerjisi vücuttan silindiğinde vücut sigarayı istemiyor. Yanında sigara içildiğinde istek olmuyor, çoğu zaman kişi karşısındakinin sigara içtiğinin farkına bile varmıyor. Kısaca kişi sigaraya karşı nötrleşiyor. 
Bu tedaviyi alkol üzerinden kullanmak da mümkün… Alkolle problem yaşayan kişinin isteğini azaltmak için. 3-4 gün aralıklarla yapılan birkaç seans kişinin alkole düşkünlük hâlini ortadan kaldırmak için yeterli.
Bu tedavi 2010’lardan beridir karbonhidratlar üzerinden de kullanılıyor. Unlu-hamur işleri ya da tatlı-şekerli gıdalar üzerinden yapılan frekans silmelerinin etkisi şaşırtıcı. Kişinin yeme isteğinin ve açlık hissinin azalması, yenilen miktarın otomatik olarak düşmesi, vücutta, özellikle göbek bölgesinde olan incelme... Kan şekerinin daha iyi regule olması ve diyetten kaynaklanan şeker düşmelerinin azalması ya da kişi şeker hastası ise kan şeker düzeylerinin normalleşme eğilimine girmesi. Genel enerji düzeyinin artması, vücut ağrılarının azalması…
Kısaca; çocukluktan beri yediğimiz unlu gıdalar ve tatlılar üzerinden yapılan frekans temizliğinin vücutta birçok şeyi aynı anda düzelttiğini görüyoruz.
Dr. Ersal S. Işık
Aile Hekimliği Uzmanı
NEOSANTE NEO.Clinics
Bahariye Cad. 77/5 Kadıköy İstanbul
Tel: (0216) 450 60 20

23 Nisan 2013 Salı

BİOREZONANS NEDİR? -2-

Biorezonans yöntemi şu an için alerji, ağrı, sigara ve diğer madde bağımlılıkları ve birçok kronik hastalıklar da dahil olmak üzere yaklaşık 400 hastalıkta kullanılmaktadır.

R.N.Wiener (1963), ‘sibernetik’ konseptinin kurucusu, informasyonun madde ve enerji ile kıyaslandığında üstünlüğünü şöyle ifade etmektedir: İnformasyon ne enerji, ne de maddedir. İnformasyon, bir verici (ya da informasyonu içeren bir sistem) tarafından bir alıcıya gönderilen mesaja göre, elle tutulup görülemeyen üçüncü bir olgudur.Örneğin, iletilen sinyaller harfler, sayılar, semboller vs. olabilir. Bio-informasyon alanında bunlar, elektromanyetik frekans paternleridir. İnformasyonun iletiminde, verici ve alıcı arasındaki uyumluluk son derece önemlidir. Yani, verici ve alıcının karşılıklı mesajı anlayabilmeleri gereklidir. Bu demektir ki, informasyon etkilediği sistem ile rezonansa girerse (sistem için uygunsa) ancak o zaman etkili olabilecektir. Bu sinyalin ne tür bir sinyal olduğunun yanı sıra, sinyalin intensitesi için de geçerlidir. Popp tarafından gösterilen ve yaşayan organizmalarda informasyonu ileten ultra-zayıf sinyaller, titreşimlerdir (osilasyon). Bunların intensitesi ‘genişband gürültü (Broadband noise)’ olarak adlandırılan bir ranj (aralık) içindedir. Genişband gürültü, her maddedeki elementer partiküller, moleküller ve atomların hareketleri sonucunda ortaya çıkan sinyallerdir.
Amerikalı bilim adamı W.R. Adey , civcivlerin beyin (serebral) hücreleri üzerinde çalıştıkları sırada, bunların sadece belli bir frekansa cevap verdiklerini keşfetti (1988). Aynı zaman da sinyalin amplitütünün de çok spesifik (düşük) bir ranj içinde olması gereklidir. Bu ranjın altında ve üstünde her hangi bir reaksiyon ölçülebilir değildir. Amplitütün frekansa oranlanması ile elde edilen bu sınırlı ranj ‘Adey penceresi’ olarak adlandırılır. Bir biyolojik sistem, sadece bu pencere içindeki informasyon taşıyan elektromanyetik sinyallere cevap verebilir.Sadece sinyalin frekans ve amplitütü bu pencere dahilinde olduğu zaman moleküler zincir kondüktörlerinde sinyalin iletimi mümkün olacaktır. Eğer sinyalin amplitütü çok düşükse, rezonans noktasının altında kalacak ve etkisiz olacaktır. Eğer çok yüksekse protein zincirler kırılacak ve sinyal bloke olacaktır (Ludwig).
Moleküllerin, hücrelerin, dokuların ve çevrenin yapısında latent ama kuvvetli nedensel bir faktör mevcuttur. Bu faktör, bütün bu oluşumların birbirini tanımasına, seçmesine ve yol göstermesine, bir diğerini ve kendilerini yapılandırmasına, beraberinde her türlü olayın regülasyonuna, kontrolüne ve belirlenmesine olanak vermektedir (Oyama 1985).
En son konseptlerden biri de, Rupert Sheldrake tarafından geliştirilen, formların oluşturulmasında doğanın alanları nasıl kullandığı ile ilgili ‘Morfogenetik alan fenomeni’dir. Bu alanların herhangi bir türdeki bireylerin bilgisini depolama özelliğine sahip oldukları ileri sürülmektedir. Sheldrake, bir morfogenetik alanı ‘fiziğin non-materyal bir etki alanı’ olarak tanımlamaktadır (1990). Sheldrake ve başka diğer bilim adamları tarafından, herkesçe bilinen yer çekimi (gravitasyonel) alanı dışında, tüm kainatı yapılandıran ve organize eden büyük sayıda başka alanların da var olduğu ifade edilmektedir. Tüm kosmozun, fark edilemeyen kuvvetler tarafından yapılandırılmış, tamamen titreşen bir boşluk olduğu görüşü kabul edilebilir görünmektedir.
Yaşamla ilgili bütün süreçler büyüme, gelişme, metabolizma, hastalık, sağlık, hatta ölüm ve çürüme (dekompozisyon) bile biyokimyasal yollarla materyal düzeyinde olur. Ancak regülatuar (düzenleyici) informasyon daha üst seviyeden alınmaktadır. Bu nedenle tanı ya da tedavi olsun medikal bir değerlendirme yapılırken sadece materyal düzeyinde değil, informasyon düzeyinde de değerlendirme yapılması gerektiği sonucu karşımıza çıkmaktadır.
O halde bir bilgisayarda olduğu gibi, anahtar rolünü oynayarak sistemi açan ve etkileme olanağını yaratan bir ‘kod’ a ihtiyacımız vardır.
Çin tıbbında sürekli iletişim halinde bulunan iki zıt kuvvetlerin (yin ve yang) ve üzerlerinde enerji akışı olan meridyenlerin varlığı ile ilgili bilgiler, bütün sistemdeki düzeni ve fonksiyonel bozuklukları seçici olarak etkileme olasılığının kapısını açmıştır. Yüzyıllar önce tesadüfen ampirik olarak bulunan ve kullanılan ”akupunktur’‘ noktalarının , ‘bir organizma ve içinde bulunduğu elektriksel çevre arasında informasyonu taşıyan kanalları’ gösterdiği I.E.Dumitrescu tarafından kanıtlandı (1989). Eğer böyle bir kanal iğne batırılarak uyarılırsa, orada informasyon taşıyan bir elektrik alan meydana gelir. Bu da kanalın iki ucu ve kanallar arasında (birden fazla nokta uyarıldığında) informasyon alışverişine olanak verir.
Alman fizikçi Reinhol Voll , EAV (Electro-Acupuncture according to Voll) denilen Çin akupunktur sistemine göre oldukça gelişmiş bir sistemi bulmuştur. Akupunktur noktasını ölçmek, sadece o noktanın içinde bulunduğu ve çevresindeki bölgedeki dokunun elektrofizyolojik özelliklerinin ölçülmesi anlamına gelmemektedir. Aslında, o bölgeyle ilgili ‘regülatuar alan’ın ölçülmesi demektir. Günümüzde belli epidermal noktaların ve birbirinden ilgisiz görünen organların arasındaki ilişkiyi ve fonksiyonel yakınlığı göstermek mümkündür.
Daha sansasyonel ve önemli bir diğer keşif te ‘ilaç testi’ dir. 1954’de Voll, hastanın bir ilacı eline alması sonucunda akupunktur noktalarındaki ölçümlerde değişiklik olduğunu gördü. Aynı durumla, içinde hiçbir madde molekülü taşımayan, sadece informasyon içeren homoe-patik yüksek-potansiyelli solüsyonlar hastanın eline verildiğinde de karşılaştı. Alman fizikçi Franz Morell, hastaya ait ve zaman içinde belli bir anda geçerli olan belli bir frekans spektrumunun ,bu kişiyle ilgili bütün informasyonu içerebileceğini düşündü.Ona göre fizyolojik, sağlıklı ‘harmonik’ ve patolojik ‘disharmonik’(zayıflamış ya da kaybolmuş) titreşim paternleri mevcuttu. Bu durumda ‘hastalık’, patolojik titreşimler baskın olacak şekilde bir organizmanın titreşim paterninde bir dengesizlik durumu olarak ifade edilebilirdi.Elektrotlar kullanarak hastanın elektromanyetik sinyallerini ölçtü. Bunlar bir cihaz içinde elektronik olarak modifiye edilerek iyileştirici titreşimler olarak tekrar hastaya verilebilirdi.
Morell ve Rasche, hastanın kendi sinyallerinin tedavi amaçlı kullanıldığı ilk cihazı 1977’de tanıttı.
1999’da Kramer, belli bir maddenin ‘enerjetik frekansları’nın metal ileticiler (kondüktörler) tarafından iletildiğini gösterdi. Aynı informasyonun iletici bir ortam olmadan sadece ‘hava ile’ kısa bir mesafede iletilebileceğini ifade etti. Ve ilaç testi etkisinin ‘radyo dalgalarına benzeyen elektromanyetik frekanslar’ tarafından yaratıldığı sonucuna vardı.
1999 yılında bir Fransız bilim adamı olan Jacques Beneviste ,Cambridge Üniversitesi’ndeki bir konferansta çalışmalarını sunmuş ve ‘su’ yun bazı maddeleri hafızasında (elektromanyetik bilgisini) tutabildiği ve bunun hastalıkların tedavisinde kullanılabileceği tezini ortaya atmıştır. Bu yüzyıllardır bilinmeden ampirik olarak kullanılan ancak bilimsel açıklaması olmayan ve pek dikkate alınmayan ‘Homeopati’ ile uyumluydu.
Beneviste’nin ilk dikkatini çeken şey, ani alerjik reaksiyonları tedavi etmek için kullanılan ‘Adrenalin’ isimli ilacın etkisinin, kanın ilacı reseptörlere taşımasını beklemeden verildiği anda ortaya çıkmasıydı. Sanki etki ‘ışık hızında’ ortaya çıkıyordu. Bunun da adrenalin isimli ilacın rezonansının vücut sıvılarına yayılması sonucunda gerçekleştiği şeklinde açıklaması yapılmıştır. Benzer durumla, alerjik maddeyle vücut maruz kalır kalmaz, o anda, aniden ve tüm vücutta ortaya çıkan ölümcül olabilen anaflaktik alerjik reaksiyonlarda da (penisilin alerjisi gibi) karşılaşılmaktadır.
Daha sonra Beneviste, adrenalin, kafein ve nikotinin EAV cihazının giriş kısmına konulduğunda algınan zayıf titreşimin ölçülebildiğini ve bu bilginin dijital hale çevrilerek saklanabildiğini gösterdi. Takiben bu rezonans bilgisi cihaz yardımı ile cihazın çıkış kısmında bulunan suya aktarıldı. Bu sudan içen canlı deneklerin, sanki adrenalin, kafein, nikotin verilmiş gibi tepki verdikleri görüldü.
Başka bir çalışmasında, kanın pıhtılaşmasını önleyen bir ilaç olan heparin rezonansı (ilacın kendisi değil) verilen deneklerde, kanın pıhtılaşmasının etkilendiği gösterildi.
Bu gelişmeleri de içine alacak şekilde farklı cihazların gelişmesiyle daha genel bir isim olan ‘biorezonans’ ismi yaygın olarak kullanılmaya başlandı.
Özetle;
Biorezonans yöntemi, bu devrimsel nitelikteki bilgiyi kullanır.
Her maddenin belli bir dalga boyunda ve o maddeye özgü elektromanyetik dalga gibi davranan titreşimleri vardır. Vücudun değişik bölgelerinde değişik titreşimler ve enerji değerleri mevcuttur.Vücudumuzdaki farklı hücreler ve farklı yapılar, birbiriyle belirli dalga boyundaki frekanslarla iletişim halindedirler.
Kişinin akupunktur noktalarında ölçülen değerler arasındaki farklar, bize o akupunktur noktasının karşılığı olan vücut bölümünde bir sorunun varlığını gösterir.
Vücuda dışarıdan alınan maddeler de vücut ile değişik düzeylerde iletişime girer. Karşılaşılan bir toksinin titreşimi, vücudu rahatsız edici ve zararlı bir frekans özelliğine sahip olması nedeniyle hücreler arası iletişimde bozulmaya yol açar. Bu bozulma biorezonans cihazı ile tespit edilebilir ve düzeltilebilir.
Vücuda yararlı bir maddenin yani vücudun rezonansı ile uyumlu bir maddenin frekansı ise tedavi amaçlı kullanılabilir.
Bu mantık kullanılarak ‘alerji testleri’ yapılabilir, alerjen tespit edilip tedavi edilebilir.
Biorezonans yöntemi şu an için alerji, ağrı, sigara ve diğer madde bağımlılıkları ve birçok kronik hastalıklar da dahil olmak üzere yaklaşık 400 hastalıkta kullanılmaktadır.

16 Nisan 2013 Salı

BİOREZONANS NEDİR? -1-

Biorezonans bir tamamlayıcı tıp yöntemidir.
Biyofiziksel bir tekniktir, biyokimyasal değildir, ilaç kullanılmaz.
Elektromanyetik frekanslar ile uygulanır.
Biorezonans terapisi frekans kontrollü bilgisayarlarla yapılır. 
Hiçbir yan etkisi yoktur, ağrısızdır.

İnsan organizması farklı elektromanyetik frekansları yayar. Hücrelerin, dokuların, organların vs. hepsinin kendilerine özgü frekansları vardır. Bunların hepsi birlikte kişinin genel frekans spektrumunu belirlemektedirler. Bu kişinin bireysel frekansıdır.
Hasta ve sağlıklı insanların frekans yapıları birbirinden farklıdır.Hastanın frekans örneğinde saklanan yabancı frekanslar (alerjenler, virüsler, bakteriler, mantarlar, amalgam…vs.) normal frekans düzenini bozar. Biorezonans cihazıyla, bu frekans düzenini bozan elektromanyetik frekanslar belirlenir ve cihaza transfer edilir. Cihazın içinde hastalık yapan frekanslar ters çevrilir ve hastanın vücuduna geri verilir. İyileşme, terapi frekansları ile gerçekleşir. Biyolojik, fizyolojik frekanslar güçlendirilir ve biorezonans terapisi vücudun kendi kendini iyileştirici gücünü bir şekilde uyarır, böylece kendi savunmamızı ve bağışıklık sistemimizi güçlendirir. Hastaya ait patolojik frekanslar biorezonans terapisiyle ters çevrilerek normalleştirildiği için bağışıklık sistemini bozan engeller kaldırılmış olur ve organizma sağlıklı çalışır duruma kavuşur. Böylece iyileşme sağlanmış olur.
Metodun Temeli :
‘Eğer bir fenomeni anlayamıyorsak bu genellikle bizim sınırlarımızdan dolayıdır, fenomene ait bir problem değildir’ (Hipokrat)
Herhangi bir madde, bir virüs, bir bakteri ya da bir insan olsun hepsi atomlardan meydana gelmiştir. Atomlar da subatomik partiküllerin bir araya gelmesiyle oluşmuşlardır.
Fizikçiler subatomik partiküllerin çevrelerine özel şekillerde ‘dalga’ olarak adlandırılan bir enerji yaydıklarını keşfetmişlerdir.
Araştırmacılar normal işleyen vücut sistemlerinin, organların yanı sıra alerjenlerin, virüslerin, bakterilerin, parazitlerin ve toksinlerin kendine özgü dalga paternlerini ve titreşimlerini analiz etmişlerdir.
Eğer yanlış beslenme, stres, hareketsiz bir yaşam, kimyasal toksinler, ağır metaller, zirai ilaç artıkları, genetiği değiştirilmiş ürünler, jeopati, elektromanyetik kirlilik ya da negatif olumsuz duygular varsa, vücudun sağlıklı titreşimleri dengesiz yada zayıf hale gelmektedir.
Kendine ait sağlıklı titreşimleri olmayan bir vücut, çevresindeki virüslere , bakterilere,parazitlere, mantarlara ait olan titreşimlere, toksik kimyasal maddelere ya da ağır metallere vs. daha fazla direnemez.
Bunlar vücutta sadece zehirli maddeler olarak değil, yaydıkları titreşimlerle informasyon anlamında da stres yaratır.
Vücuttaki kontrol süreçleri sağlıksız titreşimlerden etkilendiğinde, biyokimyasal ve metabolik bir bozulma ve fonksiyon bozukluğu ve bunu takiben de vücutta ağrazlar ve hastalıklar meydana gelmektedir.
Bu bozulmuş titreşimleri silme ya da en azından zayıflatarak organizmaya kendini yeniden onarma şansını verme fikri ile geliştirilen biorezonans yönteminin tarihi gelişimine şöyle bir bakmak yararlı olacaktır.
Isaac Newton’un 17. yüzyılın sonlarında ‘bütün yaşamın kaynağı maddedir’ şeklindeki söyleminden beridir materyalistik (maddeci) düşünme bütün tabii bilimlerin temeli olmuştur.
Ancak günümüzde hayatın devamlılığının üç koşul altında mümkün olduğu bilinmektedir:
1. Madde
2. Enerji
3. İnformasyon (Bilgi)
Vücutta tüm fonksiyonlar madde düzeyinde gerçekleşirken, bunların düzenlenmesi informasyonla sağlanmaktadır. Metabolizmamız, elektrolit, su, asit-baz dengesi gibi farklı birçok dengelerin sağlanması madde düzeyinde biyokimyasal, enerji düzeyinde biyofiziksel ve informasyon düzeyinde biyosibernetik süreçlerle olmaktadır. Buna örnek olarak, bir kişinin ikinci kata bir yükü çıkartabilmesi için, yükü taşıyacak bir bedene (madde), bunu yapabilecek güce (enerji) ve nereye taşıyacağını bilmeye (informasyon) ihtiyacı vardır.
Hayatın kimyasal reaksiyonların kaotik bir karışımı olmadığı gerçeği, sadece fizik prensiplerine dayanan kontrol fonksiyonlarının varlığı ile açıklanabilmektedir. Biyolojik fonksiyonların bir üst kontrol mekanizmasının ne olduğuyla ilgili temel soruya hiçbir biyokimyasal açıklama tam olarak cevap verememektedir.
1922 yılında bir Rus bilim adamı olan A.G.Gurwitsch, mitogenetik radyasyonu keşfetti. Büyüme sürecindeki bir soğan kökünün, cam ile birbirlerinden ayrılsalar bile diğer bir soğan kökünde hücre bölünmesi hızını anlamlı şekilde artırabildiğini gördü (1932). Bu gözlem, etkileyici bio-informasyon alanına doğru bir kapı açılmasını sağladı.
Daha sonra G.Lakhovsky biyolojik informasyonun transferinde elektromanyetik rezonans konseptini ortaya attı.
Son yüzyılın ilk yarısından sonra, maddenin yoğunlaşmış enerjiden başka bir şey olmadığı anlaşılmıştır. Kuantum fiziğinin kurucularından Max Planck (1858-1947), ‘Madde yoktur , bütün varlıkların oluşumu ve varlığını sürdürmesi, onları titreşime getiren ve atom sistemi içinde bağlarını oluşturan güce bağlıdır’ derken, Albert Einstein (1879-1955), ‘ Maddeyi, enerji alanının çok yoğun olduğu uzay boşluğu olarak düşünebiliriz’ demiştir. Enerji ile maddenin ilişkisi ünlü E=mc² formülü ile ifade edilmiştir.
Batılı dünyada bilim adamlarının yaşayan sistemlerde biyofiziksel etkileri dikkate almaya başlamaları için 30 yıldan fazla zaman geçmesi gerekti.
1964’de Barthony’nin ‘Manyetik Alanların Biyolojik Etkileri’ isimli yazısı, bu konuda Amerika Birleşik Devletleri’nde yayımlanan ilk yazıydı.
1970’de yine ABD’de A.S. Presman’ın, ‘Elektromanyetik Alanlar ve Yaşam’ isimli yazısı yayımlandı. Bu süreç içinde Rus araştırmacılar çalışmalarına devam ettiler.
1981’de V.P.Kaznachejew and L.P.Michailowa, ‘Hücrelerarası Etkileşimde Ultra-zayıf Radyasyon’ isimli yazıyı yayımladı. Bu biyofiziksel informasyonun hücreler ve organlarda nasıl iletildiği, alındığı ve depolandığı ile ilgili bir çalışmaydı. Böylece bu çalışma , hücre içi ve hücrelerarası elektromanyetik etkileşimleri (elektromanyetik bio-informasyon) kanıtlamaktaydı.
Bunlar, sadece metabolik fonksiyonları göz önüne almanın (enerji ve maddenin birbirine değişimi) yetersiz olduğu, yaşayan sistemlerde iletilen informasyonun analizinin de özellikle önemli olduğunu açıkça gösteren ilk çalışmalardı.
Alman fizikçi F.A.Popp, informasyonun yaşayan sistemlerde nasıl iletildiği konusundaki çalışmaları sonucunda hücre içinde ve hücreler arasında informasyonun biofotonlar tarafından iletildiğini kanıtladı.
Yaşayan hücrelerin DNA’larının biofotonları depoladığını ve serbest bıraktığını gösterdi. Bu frekanslar son derece zayıftırlar. Şiddetleri bildiğimiz gün ışığından yaklaşık 10¹8 kat daha küçüktür.
Sonuç olarak bütün yaşayan organizmalardaki biyokimyasal reaksiyonlar ultra-zayıf elektromagnetik frekanslar tarafından işletilip regüle edilmektedir. Bu süreç bir titreşim alanı tarafından regüle edilir.
Eğer sadece tek bir hücrenin informasyon içeriğini anlamak istesek, farklı informasyon olasılıklarını okuyabilmek için gece ve gündüz dahil 100 yıldan fazla zamana ihtiyacımız olacaktır.

2 Nisan 2013 Salı

Tamamlayıcı Tıp Kapsamında, TAMAMLAYICI BİR SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ... Dr. Ersal Işık Anlatıyor; NEOSANTE'nin gerçekleştirdiği "Sigara Bırakma Tedavisi" Kampanyasının Misyonu ve Sonuçları...

www.neosante.com.tr

Neosante Sosyal Sorumluluk Projesinden bahseder misiniz? Neden 60 yaş ve üzeri?

Ersal Işık: "NEOSANTE olarak sigara bırakma konusunda gerçekten çok büyük bir tanınırlığımız var. Şimdiye kadar 8500’ün üzerinde kişiye sigara bıraktırdık. Birçok kişiye de alkolü bıraktırdık. Pek çok kişinin hamur işlerine, tatlılara bağımlılığını ortadan kaldırdık. Sadece Türkiye içinden değil, Dünya’nın her yerinden hastalarımız geliyor ve eriştiğimiz bu başarıyı bir sosyal sorumluluk projesi ile taçlandırmayı uzun zamandır planlıyorduk.
Yani bize başvuran kişilerin bir kısmına ücretsiz tedaviler vermeyi uzun süredir planlıyorduk. Ancak bu kişileri nasıl seçeceğimizi bilmiyorduk. 2013 yılının başında tedavi sonuçlarını incelerken hastalarımızın %5’inin 60 yaş ve üzeri olduğunu fark ettim. O günden beri bize sigara bırakmak için gelen hastaların %5’ine ücretsiz tedavi veriyoruz. Yani 60 yaş üzeri kişilere... Ancak bu kişilerle tedavi öncesinde yaptığımız bir anlaşma var. Bu kişilerden istediğimiz bir şey var; Tedavi olduktan sonra ne yaşadıklarını kamera karşısında anlatmaları...
60 yaş üstü gurubun önemli özelliği şu: Bu kişilerdeki nikotin bağımlılığı gerçekten çok yüksek ve bu kişilere başka bir yöntemle sigara bıraktırmak gerçekten çok çok zor. Bir yandan da sigara bırakma ilaçları vs.ler de bu guruba pek tavsiye edilemiyor, yan etkilerinin bu gurup için özellikle kötü olabilmesinden dolayı... Ancak ilaçların aksine; yaptığımız Neu.MORA tedavileri sigara bırakma konusunda hem çok çok etkili hem de hiçbir yan etkisi yok. Bu yaş gurubu için de (ya da çok daha ileri yaşlar için bile) güvenle kullanılabiliyor. Bu yaş gurubu sigara bırakma konusunda en fazla yardıma ihtiyaç duyan gurup ve sosyal sorumluluk adına özellikle bu yaş gurubuna verdiğimiz yardım gerçekten çok çok anlamlı..."

Bu proje kapsamında bugüne kadar katılımcı sayısına oranla tedavinin başarı oranı ne oldu?

Ersal Işık: "Yapılan tedavilerin sonuçlarını videolar şeklinde sitemizde yayınlamaya başladık. video.neosante.com.tr adresinde tedavi sonuçlarını kişilerin kendi ifadeleri ile dinlemeniz mümkün.

Şu ana kadar (Mart ortası) bu kampanya kapsamında tedaviye 69 kişiyi aldık. (40 kadın, 29 erkek) Bu kişilerin %97’si 20 yılı aşkın sigara bağımlısıydı.

Bunların 43’üne sadece tek seans tedavi yapıldı. (%62.3). 21 kişi kısa süreli bir destek seansı aldı (%30.4). 5 kişi 2 seans ve üzerinde tedavi aldı (%7,2).

Tedavi alan 2 kişi bu tedavinin üzerlerinde herhangi bir etki oluşturmadığını söyledi (%3,1). Diğer kişiler bu tedavinin sigara isteğini azalttığını, özellikle de yanlarında sigara içildiğinde bile istek duymadıklarını, genel olarak sakin olduklarını söylediler (% 96,9).

Birinci hafta sonunda bu kişilerin 54’ü sigara içmiyordu (% 84,4). İkinci hafta sonunda ise sigara içmeme oranı %82,8 idi. Bir ay sonunda; oran %75,6 idi.

Bu sonuçlara diğer hiçbir tedavi yöntemi ile ulaşabilmek mümkün değil. Hatırlatmak gerekir ki bu sonuçlara sigara bırakması en zor olan gurupta ulaşıldı ve sadece bir ya da iki seans tedavi ile. Tedavilerin herhangi bir yan etkisi yok.

Yukarıda yazılanlar, tedavilerin istatistiksel sonuçları. Ancak tedavi alan kişilerin ne yaşadıkları, bu süreci ne kadar kolay geçirmiş oldukları bu istatistiklerden çok daha önemli. Onların videolarına video.neosante.com.tradresinden ulaşabilirsiniz."

Kampanyanın ne zamana kadar sürdürülmesini planlıyorsunuz?

Ersal Işık: "Bu kampanyayı en azından bu yılın sonuna kadar sürdürmeyi planlıyoruz. Herhâlde yıl sonuna doğru 300-350 kişiye ücretsiz olarak sigara bıraktırmış olacağız ve bu kişilerin videoları da yine sitemize eklenmiş olacak."
NEOSANTE NEO.Clinics
Bahariye Cad. 77/5 Kadıköy İstanbul Tel: (0216) 450 60 20