|
Biorezonans yöntemi şu an için alerji, ağrı, sigara ve diğer madde bağımlılıkları ve birçok kronik hastalıklar da dahil olmak üzere yaklaşık 400 hastalıkta kullanılmaktadır. |
R.N.Wiener
(1963), ‘sibernetik’ konseptinin kurucusu, informasyonun madde ve enerji ile
kıyaslandığında üstünlüğünü şöyle ifade etmektedir: İnformasyon ne enerji, ne
de maddedir. İnformasyon, bir verici (ya da informasyonu içeren bir sistem)
tarafından bir alıcıya gönderilen mesaja göre, elle tutulup görülemeyen üçüncü
bir olgudur.Örneğin, iletilen sinyaller harfler, sayılar, semboller vs.
olabilir. Bio-informasyon alanında bunlar, elektromanyetik frekans
paternleridir. İnformasyonun iletiminde, verici ve alıcı arasındaki uyumluluk
son derece önemlidir. Yani, verici ve alıcının karşılıklı mesajı
anlayabilmeleri gereklidir. Bu demektir ki, informasyon etkilediği sistem ile
rezonansa girerse (sistem için uygunsa) ancak o zaman etkili olabilecektir. Bu
sinyalin ne tür bir sinyal olduğunun yanı sıra, sinyalin intensitesi için de
geçerlidir. Popp tarafından gösterilen ve yaşayan organizmalarda informasyonu
ileten ultra-zayıf sinyaller, titreşimlerdir (osilasyon). Bunların intensitesi
‘genişband gürültü (Broadband noise)’ olarak adlandırılan bir ranj (aralık)
içindedir. Genişband gürültü, her maddedeki elementer partiküller, moleküller
ve atomların hareketleri sonucunda ortaya çıkan sinyallerdir.
Amerikalı
bilim adamı W.R. Adey , civcivlerin beyin (serebral) hücreleri üzerinde
çalıştıkları sırada, bunların sadece belli bir frekansa cevap verdiklerini
keşfetti (1988). Aynı zaman da sinyalin amplitütünün de çok spesifik (düşük)
bir ranj içinde olması gereklidir. Bu ranjın altında ve üstünde her hangi bir
reaksiyon ölçülebilir değildir. Amplitütün frekansa oranlanması ile elde edilen
bu sınırlı ranj ‘Adey penceresi’ olarak adlandırılır. Bir biyolojik sistem,
sadece bu pencere içindeki informasyon taşıyan elektromanyetik sinyallere cevap
verebilir.Sadece sinyalin frekans ve amplitütü bu pencere dahilinde olduğu
zaman moleküler zincir kondüktörlerinde sinyalin iletimi mümkün olacaktır. Eğer
sinyalin amplitütü çok düşükse, rezonans noktasının altında kalacak ve etkisiz
olacaktır. Eğer çok yüksekse protein zincirler kırılacak ve sinyal bloke
olacaktır (Ludwig).
Moleküllerin,
hücrelerin, dokuların ve çevrenin yapısında latent ama kuvvetli nedensel bir
faktör mevcuttur. Bu faktör, bütün bu oluşumların birbirini tanımasına,
seçmesine ve yol göstermesine, bir diğerini ve kendilerini yapılandırmasına,
beraberinde her türlü olayın regülasyonuna, kontrolüne ve belirlenmesine olanak
vermektedir (Oyama 1985).
En son
konseptlerden biri de, Rupert Sheldrake tarafından geliştirilen, formların
oluşturulmasında doğanın alanları nasıl kullandığı ile ilgili ‘Morfogenetik
alan fenomeni’dir. Bu alanların herhangi bir türdeki bireylerin bilgisini
depolama özelliğine sahip oldukları ileri sürülmektedir. Sheldrake, bir
morfogenetik alanı ‘fiziğin non-materyal bir etki alanı’ olarak tanımlamaktadır
(1990). Sheldrake ve başka diğer bilim adamları tarafından, herkesçe bilinen
yer çekimi (gravitasyonel) alanı dışında, tüm kainatı yapılandıran ve organize
eden büyük sayıda başka alanların da var olduğu ifade edilmektedir. Tüm
kosmozun, fark edilemeyen kuvvetler tarafından yapılandırılmış, tamamen
titreşen bir boşluk olduğu görüşü kabul edilebilir görünmektedir.
Yaşamla
ilgili bütün süreçler büyüme, gelişme, metabolizma, hastalık, sağlık, hatta
ölüm ve çürüme (dekompozisyon) bile biyokimyasal yollarla materyal düzeyinde
olur. Ancak regülatuar (düzenleyici) informasyon daha üst seviyeden
alınmaktadır. Bu nedenle tanı ya da tedavi olsun medikal bir değerlendirme
yapılırken sadece materyal düzeyinde değil, informasyon düzeyinde de
değerlendirme yapılması gerektiği sonucu karşımıza çıkmaktadır.
O halde
bir bilgisayarda olduğu gibi, anahtar rolünü oynayarak sistemi açan ve etkileme
olanağını yaratan bir ‘kod’ a ihtiyacımız vardır.
Çin
tıbbında sürekli iletişim halinde bulunan iki zıt kuvvetlerin (yin ve yang) ve
üzerlerinde enerji akışı olan meridyenlerin varlığı ile ilgili bilgiler, bütün
sistemdeki düzeni ve fonksiyonel bozuklukları seçici olarak etkileme
olasılığının kapısını açmıştır. Yüzyıllar önce tesadüfen ampirik olarak bulunan
ve kullanılan ”akupunktur’‘ noktalarının , ‘bir organizma ve içinde bulunduğu
elektriksel çevre arasında informasyonu taşıyan kanalları’ gösterdiği
I.E.Dumitrescu tarafından kanıtlandı (1989). Eğer böyle bir kanal iğne
batırılarak uyarılırsa, orada informasyon taşıyan bir elektrik alan meydana
gelir. Bu da kanalın iki ucu ve kanallar arasında (birden fazla nokta
uyarıldığında) informasyon alışverişine olanak verir.
Alman
fizikçi Reinhol Voll , EAV (Electro-Acupuncture according to Voll) denilen Çin
akupunktur sistemine göre oldukça gelişmiş bir sistemi bulmuştur. Akupunktur
noktasını ölçmek, sadece o noktanın içinde bulunduğu ve çevresindeki bölgedeki
dokunun elektrofizyolojik özelliklerinin ölçülmesi anlamına gelmemektedir.
Aslında, o bölgeyle ilgili ‘regülatuar alan’ın ölçülmesi demektir. Günümüzde
belli epidermal noktaların ve birbirinden ilgisiz görünen organların arasındaki
ilişkiyi ve fonksiyonel yakınlığı göstermek mümkündür.
Daha
sansasyonel ve önemli bir diğer keşif te ‘ilaç testi’ dir. 1954’de Voll,
hastanın bir ilacı eline alması sonucunda akupunktur noktalarındaki ölçümlerde
değişiklik olduğunu gördü. Aynı durumla, içinde hiçbir madde molekülü
taşımayan, sadece informasyon içeren homoe-patik yüksek-potansiyelli
solüsyonlar hastanın eline verildiğinde de karşılaştı. Alman fizikçi Franz
Morell, hastaya ait ve zaman içinde belli bir anda geçerli olan belli bir
frekans spektrumunun ,bu kişiyle ilgili bütün informasyonu içerebileceğini
düşündü.Ona göre fizyolojik, sağlıklı ‘harmonik’ ve patolojik
‘disharmonik’(zayıflamış ya da kaybolmuş) titreşim paternleri mevcuttu. Bu
durumda ‘hastalık’, patolojik titreşimler baskın olacak şekilde bir organizmanın
titreşim paterninde bir dengesizlik durumu olarak ifade
edilebilirdi.Elektrotlar kullanarak hastanın elektromanyetik sinyallerini
ölçtü. Bunlar bir cihaz içinde elektronik olarak modifiye edilerek iyileştirici
titreşimler olarak tekrar hastaya verilebilirdi.
Morell
ve Rasche, hastanın kendi sinyallerinin tedavi amaçlı kullanıldığı ilk cihazı
1977’de tanıttı.
1999’da
Kramer, belli bir maddenin ‘enerjetik frekansları’nın metal ileticiler
(kondüktörler) tarafından iletildiğini gösterdi. Aynı informasyonun iletici bir
ortam olmadan sadece ‘hava ile’ kısa bir mesafede iletilebileceğini ifade etti.
Ve ilaç testi etkisinin ‘radyo dalgalarına benzeyen elektromanyetik frekanslar’
tarafından yaratıldığı sonucuna vardı.
1999
yılında bir Fransız bilim adamı olan Jacques Beneviste ,Cambridge
Üniversitesi’ndeki bir konferansta çalışmalarını sunmuş ve ‘su’ yun bazı
maddeleri hafızasında (elektromanyetik bilgisini) tutabildiği ve bunun
hastalıkların tedavisinde kullanılabileceği tezini ortaya atmıştır. Bu
yüzyıllardır bilinmeden ampirik olarak kullanılan ancak bilimsel açıklaması
olmayan ve pek dikkate alınmayan ‘Homeopati’ ile uyumluydu.
Beneviste’nin
ilk dikkatini çeken şey, ani alerjik reaksiyonları tedavi etmek için kullanılan
‘Adrenalin’ isimli ilacın etkisinin, kanın ilacı reseptörlere taşımasını
beklemeden verildiği anda ortaya çıkmasıydı. Sanki etki ‘ışık hızında’ ortaya
çıkıyordu. Bunun da adrenalin isimli ilacın rezonansının vücut sıvılarına
yayılması sonucunda gerçekleştiği şeklinde açıklaması yapılmıştır. Benzer durumla,
alerjik maddeyle vücut maruz kalır kalmaz, o anda, aniden ve tüm vücutta ortaya
çıkan ölümcül olabilen anaflaktik alerjik reaksiyonlarda da (penisilin alerjisi
gibi) karşılaşılmaktadır.
Daha
sonra Beneviste, adrenalin, kafein ve nikotinin EAV cihazının giriş kısmına
konulduğunda algınan zayıf titreşimin ölçülebildiğini ve bu bilginin dijital
hale çevrilerek saklanabildiğini gösterdi. Takiben bu rezonans bilgisi cihaz
yardımı ile cihazın çıkış kısmında bulunan suya aktarıldı. Bu sudan içen canlı
deneklerin, sanki adrenalin, kafein, nikotin verilmiş gibi tepki verdikleri
görüldü.
Başka
bir çalışmasında, kanın pıhtılaşmasını önleyen bir ilaç olan heparin rezonansı
(ilacın kendisi değil) verilen deneklerde, kanın pıhtılaşmasının etkilendiği
gösterildi.
Bu
gelişmeleri de içine alacak şekilde farklı cihazların gelişmesiyle daha genel
bir isim olan ‘biorezonans’ ismi yaygın olarak kullanılmaya başlandı.
Özetle;
Biorezonans
yöntemi, bu devrimsel nitelikteki bilgiyi kullanır.
Her
maddenin belli bir dalga boyunda ve o maddeye özgü elektromanyetik dalga gibi
davranan titreşimleri vardır. Vücudun değişik bölgelerinde değişik titreşimler
ve enerji değerleri mevcuttur.Vücudumuzdaki farklı hücreler ve farklı yapılar,
birbiriyle belirli dalga boyundaki frekanslarla iletişim halindedirler.
Kişinin
akupunktur noktalarında ölçülen değerler arasındaki farklar, bize o akupunktur
noktasının karşılığı olan vücut bölümünde bir sorunun varlığını gösterir.
Vücuda
dışarıdan alınan maddeler de vücut ile değişik düzeylerde iletişime girer.
Karşılaşılan bir toksinin titreşimi, vücudu rahatsız edici ve zararlı bir
frekans özelliğine sahip olması nedeniyle hücreler arası iletişimde bozulmaya
yol açar. Bu bozulma biorezonans cihazı ile tespit edilebilir ve
düzeltilebilir.
Vücuda yararlı
bir maddenin yani vücudun rezonansı ile uyumlu bir maddenin frekansı ise tedavi
amaçlı kullanılabilir.
Bu
mantık kullanılarak ‘alerji testleri’ yapılabilir, alerjen tespit edilip tedavi
edilebilir.
Biorezonans
yöntemi şu an için alerji, ağrı, sigara ve diğer madde bağımlılıkları ve birçok
kronik hastalıklar da dahil olmak üzere yaklaşık 400 hastalıkta
kullanılmaktadır.