23 Nisan 2013 Salı

BİOREZONANS NEDİR? -2-

Biorezonans yöntemi şu an için alerji, ağrı, sigara ve diğer madde bağımlılıkları ve birçok kronik hastalıklar da dahil olmak üzere yaklaşık 400 hastalıkta kullanılmaktadır.

R.N.Wiener (1963), ‘sibernetik’ konseptinin kurucusu, informasyonun madde ve enerji ile kıyaslandığında üstünlüğünü şöyle ifade etmektedir: İnformasyon ne enerji, ne de maddedir. İnformasyon, bir verici (ya da informasyonu içeren bir sistem) tarafından bir alıcıya gönderilen mesaja göre, elle tutulup görülemeyen üçüncü bir olgudur.Örneğin, iletilen sinyaller harfler, sayılar, semboller vs. olabilir. Bio-informasyon alanında bunlar, elektromanyetik frekans paternleridir. İnformasyonun iletiminde, verici ve alıcı arasındaki uyumluluk son derece önemlidir. Yani, verici ve alıcının karşılıklı mesajı anlayabilmeleri gereklidir. Bu demektir ki, informasyon etkilediği sistem ile rezonansa girerse (sistem için uygunsa) ancak o zaman etkili olabilecektir. Bu sinyalin ne tür bir sinyal olduğunun yanı sıra, sinyalin intensitesi için de geçerlidir. Popp tarafından gösterilen ve yaşayan organizmalarda informasyonu ileten ultra-zayıf sinyaller, titreşimlerdir (osilasyon). Bunların intensitesi ‘genişband gürültü (Broadband noise)’ olarak adlandırılan bir ranj (aralık) içindedir. Genişband gürültü, her maddedeki elementer partiküller, moleküller ve atomların hareketleri sonucunda ortaya çıkan sinyallerdir.
Amerikalı bilim adamı W.R. Adey , civcivlerin beyin (serebral) hücreleri üzerinde çalıştıkları sırada, bunların sadece belli bir frekansa cevap verdiklerini keşfetti (1988). Aynı zaman da sinyalin amplitütünün de çok spesifik (düşük) bir ranj içinde olması gereklidir. Bu ranjın altında ve üstünde her hangi bir reaksiyon ölçülebilir değildir. Amplitütün frekansa oranlanması ile elde edilen bu sınırlı ranj ‘Adey penceresi’ olarak adlandırılır. Bir biyolojik sistem, sadece bu pencere içindeki informasyon taşıyan elektromanyetik sinyallere cevap verebilir.Sadece sinyalin frekans ve amplitütü bu pencere dahilinde olduğu zaman moleküler zincir kondüktörlerinde sinyalin iletimi mümkün olacaktır. Eğer sinyalin amplitütü çok düşükse, rezonans noktasının altında kalacak ve etkisiz olacaktır. Eğer çok yüksekse protein zincirler kırılacak ve sinyal bloke olacaktır (Ludwig).
Moleküllerin, hücrelerin, dokuların ve çevrenin yapısında latent ama kuvvetli nedensel bir faktör mevcuttur. Bu faktör, bütün bu oluşumların birbirini tanımasına, seçmesine ve yol göstermesine, bir diğerini ve kendilerini yapılandırmasına, beraberinde her türlü olayın regülasyonuna, kontrolüne ve belirlenmesine olanak vermektedir (Oyama 1985).
En son konseptlerden biri de, Rupert Sheldrake tarafından geliştirilen, formların oluşturulmasında doğanın alanları nasıl kullandığı ile ilgili ‘Morfogenetik alan fenomeni’dir. Bu alanların herhangi bir türdeki bireylerin bilgisini depolama özelliğine sahip oldukları ileri sürülmektedir. Sheldrake, bir morfogenetik alanı ‘fiziğin non-materyal bir etki alanı’ olarak tanımlamaktadır (1990). Sheldrake ve başka diğer bilim adamları tarafından, herkesçe bilinen yer çekimi (gravitasyonel) alanı dışında, tüm kainatı yapılandıran ve organize eden büyük sayıda başka alanların da var olduğu ifade edilmektedir. Tüm kosmozun, fark edilemeyen kuvvetler tarafından yapılandırılmış, tamamen titreşen bir boşluk olduğu görüşü kabul edilebilir görünmektedir.
Yaşamla ilgili bütün süreçler büyüme, gelişme, metabolizma, hastalık, sağlık, hatta ölüm ve çürüme (dekompozisyon) bile biyokimyasal yollarla materyal düzeyinde olur. Ancak regülatuar (düzenleyici) informasyon daha üst seviyeden alınmaktadır. Bu nedenle tanı ya da tedavi olsun medikal bir değerlendirme yapılırken sadece materyal düzeyinde değil, informasyon düzeyinde de değerlendirme yapılması gerektiği sonucu karşımıza çıkmaktadır.
O halde bir bilgisayarda olduğu gibi, anahtar rolünü oynayarak sistemi açan ve etkileme olanağını yaratan bir ‘kod’ a ihtiyacımız vardır.
Çin tıbbında sürekli iletişim halinde bulunan iki zıt kuvvetlerin (yin ve yang) ve üzerlerinde enerji akışı olan meridyenlerin varlığı ile ilgili bilgiler, bütün sistemdeki düzeni ve fonksiyonel bozuklukları seçici olarak etkileme olasılığının kapısını açmıştır. Yüzyıllar önce tesadüfen ampirik olarak bulunan ve kullanılan ”akupunktur’‘ noktalarının , ‘bir organizma ve içinde bulunduğu elektriksel çevre arasında informasyonu taşıyan kanalları’ gösterdiği I.E.Dumitrescu tarafından kanıtlandı (1989). Eğer böyle bir kanal iğne batırılarak uyarılırsa, orada informasyon taşıyan bir elektrik alan meydana gelir. Bu da kanalın iki ucu ve kanallar arasında (birden fazla nokta uyarıldığında) informasyon alışverişine olanak verir.
Alman fizikçi Reinhol Voll , EAV (Electro-Acupuncture according to Voll) denilen Çin akupunktur sistemine göre oldukça gelişmiş bir sistemi bulmuştur. Akupunktur noktasını ölçmek, sadece o noktanın içinde bulunduğu ve çevresindeki bölgedeki dokunun elektrofizyolojik özelliklerinin ölçülmesi anlamına gelmemektedir. Aslında, o bölgeyle ilgili ‘regülatuar alan’ın ölçülmesi demektir. Günümüzde belli epidermal noktaların ve birbirinden ilgisiz görünen organların arasındaki ilişkiyi ve fonksiyonel yakınlığı göstermek mümkündür.
Daha sansasyonel ve önemli bir diğer keşif te ‘ilaç testi’ dir. 1954’de Voll, hastanın bir ilacı eline alması sonucunda akupunktur noktalarındaki ölçümlerde değişiklik olduğunu gördü. Aynı durumla, içinde hiçbir madde molekülü taşımayan, sadece informasyon içeren homoe-patik yüksek-potansiyelli solüsyonlar hastanın eline verildiğinde de karşılaştı. Alman fizikçi Franz Morell, hastaya ait ve zaman içinde belli bir anda geçerli olan belli bir frekans spektrumunun ,bu kişiyle ilgili bütün informasyonu içerebileceğini düşündü.Ona göre fizyolojik, sağlıklı ‘harmonik’ ve patolojik ‘disharmonik’(zayıflamış ya da kaybolmuş) titreşim paternleri mevcuttu. Bu durumda ‘hastalık’, patolojik titreşimler baskın olacak şekilde bir organizmanın titreşim paterninde bir dengesizlik durumu olarak ifade edilebilirdi.Elektrotlar kullanarak hastanın elektromanyetik sinyallerini ölçtü. Bunlar bir cihaz içinde elektronik olarak modifiye edilerek iyileştirici titreşimler olarak tekrar hastaya verilebilirdi.
Morell ve Rasche, hastanın kendi sinyallerinin tedavi amaçlı kullanıldığı ilk cihazı 1977’de tanıttı.
1999’da Kramer, belli bir maddenin ‘enerjetik frekansları’nın metal ileticiler (kondüktörler) tarafından iletildiğini gösterdi. Aynı informasyonun iletici bir ortam olmadan sadece ‘hava ile’ kısa bir mesafede iletilebileceğini ifade etti. Ve ilaç testi etkisinin ‘radyo dalgalarına benzeyen elektromanyetik frekanslar’ tarafından yaratıldığı sonucuna vardı.
1999 yılında bir Fransız bilim adamı olan Jacques Beneviste ,Cambridge Üniversitesi’ndeki bir konferansta çalışmalarını sunmuş ve ‘su’ yun bazı maddeleri hafızasında (elektromanyetik bilgisini) tutabildiği ve bunun hastalıkların tedavisinde kullanılabileceği tezini ortaya atmıştır. Bu yüzyıllardır bilinmeden ampirik olarak kullanılan ancak bilimsel açıklaması olmayan ve pek dikkate alınmayan ‘Homeopati’ ile uyumluydu.
Beneviste’nin ilk dikkatini çeken şey, ani alerjik reaksiyonları tedavi etmek için kullanılan ‘Adrenalin’ isimli ilacın etkisinin, kanın ilacı reseptörlere taşımasını beklemeden verildiği anda ortaya çıkmasıydı. Sanki etki ‘ışık hızında’ ortaya çıkıyordu. Bunun da adrenalin isimli ilacın rezonansının vücut sıvılarına yayılması sonucunda gerçekleştiği şeklinde açıklaması yapılmıştır. Benzer durumla, alerjik maddeyle vücut maruz kalır kalmaz, o anda, aniden ve tüm vücutta ortaya çıkan ölümcül olabilen anaflaktik alerjik reaksiyonlarda da (penisilin alerjisi gibi) karşılaşılmaktadır.
Daha sonra Beneviste, adrenalin, kafein ve nikotinin EAV cihazının giriş kısmına konulduğunda algınan zayıf titreşimin ölçülebildiğini ve bu bilginin dijital hale çevrilerek saklanabildiğini gösterdi. Takiben bu rezonans bilgisi cihaz yardımı ile cihazın çıkış kısmında bulunan suya aktarıldı. Bu sudan içen canlı deneklerin, sanki adrenalin, kafein, nikotin verilmiş gibi tepki verdikleri görüldü.
Başka bir çalışmasında, kanın pıhtılaşmasını önleyen bir ilaç olan heparin rezonansı (ilacın kendisi değil) verilen deneklerde, kanın pıhtılaşmasının etkilendiği gösterildi.
Bu gelişmeleri de içine alacak şekilde farklı cihazların gelişmesiyle daha genel bir isim olan ‘biorezonans’ ismi yaygın olarak kullanılmaya başlandı.
Özetle;
Biorezonans yöntemi, bu devrimsel nitelikteki bilgiyi kullanır.
Her maddenin belli bir dalga boyunda ve o maddeye özgü elektromanyetik dalga gibi davranan titreşimleri vardır. Vücudun değişik bölgelerinde değişik titreşimler ve enerji değerleri mevcuttur.Vücudumuzdaki farklı hücreler ve farklı yapılar, birbiriyle belirli dalga boyundaki frekanslarla iletişim halindedirler.
Kişinin akupunktur noktalarında ölçülen değerler arasındaki farklar, bize o akupunktur noktasının karşılığı olan vücut bölümünde bir sorunun varlığını gösterir.
Vücuda dışarıdan alınan maddeler de vücut ile değişik düzeylerde iletişime girer. Karşılaşılan bir toksinin titreşimi, vücudu rahatsız edici ve zararlı bir frekans özelliğine sahip olması nedeniyle hücreler arası iletişimde bozulmaya yol açar. Bu bozulma biorezonans cihazı ile tespit edilebilir ve düzeltilebilir.
Vücuda yararlı bir maddenin yani vücudun rezonansı ile uyumlu bir maddenin frekansı ise tedavi amaçlı kullanılabilir.
Bu mantık kullanılarak ‘alerji testleri’ yapılabilir, alerjen tespit edilip tedavi edilebilir.
Biorezonans yöntemi şu an için alerji, ağrı, sigara ve diğer madde bağımlılıkları ve birçok kronik hastalıklar da dahil olmak üzere yaklaşık 400 hastalıkta kullanılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder